Bedenim Sağlıklı, Ya Ruhum?
Dünya genelinde kanser, diyabet ya da bulaşıcı hastalıklar nedeniyle birçok kişi hayatını kaybediyor. Doktorların uyarıları, düzenli sağlık kontrolleri ve sağlıklı yaşam uygulamaları ile bu hastalıkların önüne geçilmeye çalışılıyor.
Dünya genelinde kanser, diyabet ya da bulaşıcı hastalıklar nedeniyle birçok kişi hayatını kaybediyor. Doktorların uyarıları, düzenli sağlık kontrolleri ve sağlıklı yaşam uygulamaları ile bu hastalıkların önüne geçilmeye çalışılıyor. Beden sağlığı için alınan tedbirler, yazılan reçeteler harfi harfine uygulanırken ruh sağlığımızın durumundan haberdar mıyız?
Ruhsal hastalık, bireylerin hayatlarını olağan şekilde sürdürmesine engel olan psikolojik rahatsızlıklar olarak tanımlanır. Kalıtımsal veya çevresel etkenlerle kendilerini gösterebilirler. Bireyler hasta olduklarını kimi zaman fark edemiyor kimi zaman da klinik olarak hastalığa teşhis konulamıyor. Hastalıkları teşhis edilenler ise gerekli tedaviyi görerek ancak yaşadıkları sıkıntıları azaltabiliyor. Çünkü psikolojik hastalıkların kesin bir tedavisi yok. Beden sağlığı kadar ruh sağlığına önem verilmesi gerektiği uyarılarını dikkate almak bu yüzden çok önemli.
Stres ve depresyon sıkça duyduğumuz sözcükler. Depresyon halk arasında moral bozukluğu olarak bilinirken aslında psikiyatrik bir bozukluğu tanımlıyor. Duygusal olarak üzgün ve mutsuz olan bireyler aynı zamanda karamsardır ve kendilerini çaresiz hissederler. Bu ruh hali de bireylerin kendilerini toplumdan soyutlamasına ve hiçbir şeyden zevk alamamalarına sebep olur. Bedenin bu ruh haline verdiği cevap ise uyku ve iştah bozukluğudur. Bu durum her gün kendini gösterir. Zaten depresyonun moral bozukluğundan farkı da bu: günlük hayatta yaşanan olumsuzluklardan sonra gerçekleşen mutlu bir olayla bireylerin kendilerini iyi hissedememesi ve aynı durumun tekrar etmesi. Tedavi edilmeyen hastalar günlük aktivitelerini sürdüremez ve sosyal yaşamları bu durumdan olumsuz etkilenir. Daha da ilerleyen aşamalarda bireyler yaşamlarına son vermeyi bile düşünebilir. Tedavilerin başarısız olması madde bağımlılığına, süreç içinde de çeşitli fizyolojik hastalıklara yol açabilir.
Stres, endişe ve kaygı yaşamın bir parçası. Özellikle okul dönemlerinde sınavdan sınava koşan gençlerin yaşadığı gelecek endişesi hayli yüksek. Baş edebildiğimiz düzeydeki kaygı duygusu hızlı karar alma ve çıkabilecek sorunlara karşı öngörüde bulunma konusunda bize yardımcı olur. Fakat kontrol edemediğimiz noktada, aşırı ve sürekli hale geldiğinde, kaygı gerektirmeyecek bir durumda bile bu duygunun yaşanması artık bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor: anksiyete bozukluğu (kaygı bozukluğu).
Stresin tetiklediği anksiyete bozukluğu çocukluk ve ergenlik dönemleri arasında başlar. Her zaman aynı şekilde seyretmeyen bu hastalık stres arttıkça ilerler. Sonraki aşamalarda vücutta kasılmalar, gerginlik ve baş ağrısı görülür. Uykusuzluk, huzursuzluk ve konsantrasyon kaybı oluşur ve aşırı terleme, nefes darlığı, çarpıntı gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Kalıtım, stres, kişilik özellikleri ve beyindeki kimyasal maddelerdeki değişim anksiyete bozukluğunun görülmesinde etkili oluyor.
Bipolar bozukluk, depresyon gibi diğer bir duygudurum bozukluğu hastalığıdır. Ruh halinde dönemsel değişiklikler yaşayan bireyler kendilerini güçlü hissettikleri dönemde enerjik, konuşkan ve umursamaz olurlar. Diğer dönemde ise depresyonda tanımladığımız ruh halini yaşarlar. Uykusuzluk, sinirlilik, agresif davranma hastalarda görülen genel belirtilerdir. Kendilerini güçlü hissettikleri dönemde tedaviyi reddederek hastalığın ilerlemesine ve istenmeyen sonuçların doğmasına neden olabilirler. Bu hastalıkta kalıtımsal yatkınlığın önemli olduğu düşünülüyor. Akrabalarda hastalığın görülmesi bipolar bozukluğun görülme ihtimalini artıyor. İstatiksel verilere göre en fazla 15-24 yaş arasında görülen bu hastalığa yakalanma olasılığı tüm dünyada %1. Bu yüzden bipolar bozukluk hakkında bilgi sahibi olmak hem genç bireyler hem de ebeveynler açısından önemli.
Şimdi, daha bilindik bir hastalığa göz atalım: şizofreni. Akıl Oyunları filmini izleyenler bu hastalığa aşinadır. Nobel ödüllü, ABD’li matematikçi John Nash’in hayatını konu alan filmde, Nash neyin gerçek neyin hayalî olduğunu anlayamıyordu. Karışık düşünceler, görüntüler ve hatta seslerle hayatına devam etmeye çalışırken davranışları çevresi tarafından garipseniyordu.
Ani kişilik ve davranış değişimleri, halüsinasyon, içe dönüklük gibi belirtiler taşıyan bu hastalık bütün dünyada görülüyor. İlk sinyallerini ergenlikte gösteren şizofreninin nedenleri kesin olarak bilinmiyor. Çocukluk döneminde geçirilen ailevi ya da sosyal travmalar, erişkin dönemde uyuşturucu madde kullanımı ve stres risk faktörleri olarak tanımlanıyor. Araştırmalar ailede şizofreni hastası var ise bireylerin hastalığa yakalanma riskinin arttığını gösteriyor.
Şizofrenideki ani kişilik değişimleri hastalığın belirtilerinden sadece biri. Kişilik bozuklukları olarak tanımlanan başka hastalıklar da var. Sosyal çevre ve aile içi ilişkilerdeki sorunlar bireylerin sosyal hayattaki uyumunda sorunlara yol açabiliyor. Birey içinde yetiştiği ortama göre beklenenden farklı davranışlar sergilediği ve farklı düşünce şekline sahip olduğu durumlarda uyum bozuklukları ve kişisel sıkıntılar ortaya çıkabiliyor. Bu durumda bireyin hem kendini algılamada hem de sergilediği davranışlarda dengesizlik ve tutarsızlık söz konusu olabiliyor. Bu düşünce ve davranışların şiddeti ve çeşitleri değişkenlik gösterebiliyor. Örneğin bazen bir konuşma içinde bazen de farklı zamanlardaki konuşmalarda kendilerini tanımlamada tutarsızlıklar hayli belirgin olabiliyor. Sadece kendilerini tanımlamada değil, çevrelerindekileri tanımlamada da benzer durum söz konusu.
Bu hastalığın etkileri hasta yakınları için de zorlayıcı olabiliyor. Çünkü bu problemler hastalık olarak görülmediğinde aileler ya öğüt vererek hastaların davranışlarını değiştirmeye çalışıyor ya da “karakteri böyle” deyip kabul etme yolunu seçiyor. Bu durumda yapılması gereken ise bir hekim eşliğinde düzenli ve sürekli terapilerin uygulanması.
Ruhsal bozuklukların çoğu erken yaşlardan itibaren başlıyor. Tetikleyici etmenler ise stres, travma, aile ve sosyal çevre ilişkilerindeki bozukluk, yalnızlık duygusu vb. Sonuçları ise kimileri için yaşanan ömür boyu depresyon, kimileri için antisosyal yaşam, kimileri için madde bağımlılığı ve kimileri için yaşamına son verme. Olumsuz sonuçların yaşanmaması için doktora gitmekten çekinmemek, verilen tedavileri uzun süreli de olsa uygulamak çok önemli. Bu noktada hem aileye hem de bireylere görev düşüyor. Doğa yürüyüşlerinden, müzik dinlemekten ve hobilerimizi gerçekleştirmekten vazgeçmeyip rahatlatıcı aktiviteler yapmayı kendimize görev edinelim. Artan stres koşullarında yaşamak insanları yıpratsa da ruhumuzu besleyerek onu koruyabiliriz.
Kaynaklar:
- Uysal, C., “Yaygın Anksiyete Bozukluğu Tanısı Alan Hastaların Elektrokardiyografilerindeki P-Dalga Dispersiyonu ve Qt Dispersiyonu”, Uzmanlık Tezi, 2007.
- Türkçarpar, H., “Anksiyete Bozukluğu ve Depresyonun Tanısal İlişkileri”, Klinik Psikiyatri, 2004.
- Geddes, J., “Bipolar disorder”, Evidence Based Mental Health, Cilt 6, Sayı 4: 101-102, 2003.
- Şahin, D., “Kişilik Bozuklukları”, Klinik Gelişim.
- https://www.nimh.nih.gov/health/publications/schizophrenia-basics/tr-15-3517_155669.pdf
- https://npistanbul.com/sizofreni