2025 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü “Çevresel Bağışıklık Sistemi”nin Keşfine Verildi
2025 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü “çevresel bağışıklık toleransı”na ilişkin çığır açıcı keşifleri dolasıyısla Mary E. Brunkow, Frederick J. Ramsdell ve Shimon Sakaguchi’ye verildi.

Görsel: Ill. Niklas Elmehed © Nobel Prize Outreach
Mary E. Brunkow, Frederick J. Ramsdell ve Shimon Sakaguchi
İnsan vücudu her gün sayısız virüs, bakteri ve başka mikroorganizmanın saldırısına uğrar. Bağışıklık sistemimiz, hastalık riski oluşturan mikroorganizmaları yani patojenleri tanıyıp etkisiz hâle getirerek vücudu hastalıklardan korur. Ancak sistem, zaman zaman kendi hücrelerimizi de tehdit olarak algılayabilir. Bu durumda bağışıklık sistemi, kendi dokularına saldırarak otoimmün hastalıkların gelişmesine yol açabilir. Bu tür hataları önleyen karmaşık düzenleme mekanizmalarına “bağışıklık toleransı” denir. 2025 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü, bu mekanizmalardan biri olan “çevresel bağışıklık toleransı” sürecini açıklığa kavuşturan üç bilim insanına verildi.
T Hücrelerinin Görevi
Bağışıklık sisteminin askerleri olarak nitelenebilecek T hücreleri, vücudu istilacılardan korur. “Yardımcı T hücreleri” diğer bağışıklık hücrelerini harekete geçirirken “öldürücü T hücreleri” bir virüsle ya da başka patojenlerle enfekte olmuş hücreleri yok eder.
T hücreleri, yüzeylerindeki özel alıcılar yani T hücresi reseptörleri sayesinde patojenleri tanır. Bu reseptörlerin inanılmaz çeşitliliği, bağışıklık sisteminin sayısız mikrobu tanımasını sağlar. Ancak bu çeşitlilik, aynı zamanda bir riski de beraberinde getirir: Vücudun kendi dokularına bağlanabilen T hücreleri de oluşabilir.
Bağışıklık Eğitim Merkezi: Timüs
1980’lerde bilim insanları, bu tehlikenin “merkezi bağışıklık toleransı” adı verilen süreçle engellenebileceğini düşünüyordu.
Bu süreçte T hücreleri timüs adı verilen organda olgunlaşırken vücudun kendi proteinlerini tanıyanlar elenir. Ancak bu mekanizma kusursuz değildir; bazı T hücreleri bu kontrolden kaçıp vücuda geçebilir. Japon araştırmacı Shimon Sakaguchi, bu durumda bağışıklık sisteminin “ek bir güvenlik mekanizması” olması gerektiğini öne sürdü.
Sakaguchi, timüsü ameliyatla çıkarılmış yenidoğan farelerde otoimmün hastalıklar geliştiğini gözlemledi. Daha sonra sağlıklı farelerden alınan bazı T hücrelerinin bu belirtileri bastırabildiğini keşfetti. Bu gözlem, bağışıklık sisteminin onu frenleyen özel bir hücre grubuna sahip olduğunu gösteriyordu.
Yıllar süren araştırmalar sonunda Sakaguchi, 1995’te “düzenleyici T hücreleri”ni (Regülatör T hücreleri - Treg) tanımladı. Bu hücreler, bağışıklık sisteminin aşırı tepkilerini baskılayarak dengeyi sağlıyordu.
Sakaguchi’nin keşfi başta şüpheyle karşılansa da 1990’larda Mary Brunkow ve Frederick Ramsdell’in çalışmaları bu fikri güçlendirdi. ABD’de yürütülen araştırmalarda “scurfy” adı verilen mutant erkek farelerin kısa sürede otoimmün hastalıklar nedeniyle öldüğü fark edildi. Brunkow ve Ramsdell, bu farelerdeki genetik bozukluğu inceleyerek mutasyonun X kromozomu üzerindeki Foxp3 adlı yeni bir gende bulunduğunu ortaya koydu.
Brunkow ve Ramsdell kısa bir süre sonra insanlarda da benzer belirtiler gösteren IPEX adlı ölümcül bir otoimmün hastalığa odaklandı. Araştırmacılar, IPEX hastalarının FOXP3 geninde (Foxp3’ün insandaki karşılığı) benzer mutasyonlar taşıdığını belirledi. 2001’de yayımlanan bulgular, hem farelerde hem insanlarda otoimmün hastalıkların FOXP3 genindeki mutasyonlarla bağlantılı olduğunu gösterdi.
Sakaguchi ve diğer bilim insanları, kısa süre sonra FOXP3 geninin düzenleyici T hücrelerinin gelişiminde belirleyici bir role sahip olduğunu kanıtladı. Bu hücreler, diğer T hücrelerinin yanlışlıkla vücudun kendi dokularına saldırmasını önlüyor ve bir enfeksiyon sona erdiğinde bağışıklık sistemini yatıştırıyordu. Bu süreç, “çevresel bağışıklık toleransı” olarak tanımlandı.
Bu keşifler, bağışıklık sisteminin yalnızca saldırı değil, denge kurma kapasitesine de sahip olduğunu gösterdi. Böylece otoimmün hastalıkların ve kanserinde tedavisinde yeni yaklaşımların kapısı aralandı. Örneğin kanser hücrelerinin çevresinde çok sayıda düzenleyici T hücresi bulunduğu, bu hücrelerin bağışıklık sistemini baskılayarak tümörlerin büyümesine izin verdiği keşfedildi. Araştırmacılar, bu nedenle kanser tedavilerinde düzenleyici T hücrelerinin etkisini azaltarak bağışıklık sisteminin tümörlere saldırmasını hedefliyor.
Buna karşılık otoimmün hastalıklar ve organ nakillerinde ise tam tersi stratejiler uygulanıyor: Bağışıklık sisteminin aşırı tepkilerini bastırmak için düzenleyici T hücrelerinin artırılması hedefleniyor. Bunun için T hücrelerinin çoğalmasını teşvik eden interleukin-2 (IL-2) gibi maddelerin kullanımı ya da hastalardan alınan T hücrelerinin laboratuvarda çoğaltılarak geri verilmesi gibi yöntemler deneniyor.
Sonuç olarak Brunkow, Ramsdell ve Sakaguchi’nin keşifleri, bağışıklık sisteminin yalnızca saldırı değil, öz denetim ve denge kurma yeteneğinin de olduğunu ortaya koydu. Bu bulgular, gelecekte otoimmün hastalıklar ve kanser tedavisinde devrim yaratabilecek yeni yaklaşımların temelini oluşturuyor.
Üç bilim insanı, bağışıklık sisteminin kendi dengesini nasıl kurduğunu açıklayarak Alfred Nobel’in vasiyetinde vurguladığı gibi “insanlığa en büyük faydalardan birini” sağlamış oldu.
Sözlük:
Otoimmün Hastalıklar: Bağışıklık sisteminin yanlışlıkla vücudun kendi sağlıklı hücrelerine ve dokularına saldırdığı hastalıklar.
Kaynak: