Prof. Dr. Sezen Arat ile Söyleşi
Sayıları gün geçtikçe azalan yerli sığır ırklarımızın klonlama teknolojisi ile üretilebilme olanaklarını araştıran Prof. Dr. Sezen Arat ile kendisi ve çalışmaları hakkında konuştuk.
Sayıları gün geçtikçe azalan yerli sığır ırklarımızın klonlama teknolojisi ile üretilebilme olanaklarını araştıran ve kaybolmuş hayvan ırklarının klonlama ile geri getirilebilmesi için projeler yapan Prof. Dr. Sezen Arat ile kendisi ve çalışmaları hakkında konuştuk. Keyifli okumalar.
TÜBİTAK Bilim Genç: Kendinizi tanıtır mısınız?
Prof. Dr. Sezen Arat: 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun oldum. Öğrenciliğim sırasında o yıllar için çok yeni bir alan olan biyoteknoloji hayli ilgimi çekmişti. Bu nedenle aynı fakültede doktora yaparken üreme biyoteknolojisi üzerine çalışmaya karar verdim. Ülkemizde henüz tüp bebek uygulamalarından bahsedilmediği 1980’li yılların sonlarına doğru hayvanlarda ve laboratuvar ortamında embriyo üretimi ve transferi konusunda doktora çalışmasına başladım. 1992 yılında TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü’nde araştırmacı olarak göreve başladım ve 20 yıl aynı kurumda önce uzman daha sonra başuzman araştırmacı ve son olarak da enstitü müdür yardımcısı olarak çalıştım. 2012 yılından bu yana ise Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü’nde bölüm başkanı olarak görev yapıyorum.
TÜBİTAK Bilim Genç: Kök hücre alanındaki araştırmalarınızdan bahseder misiniz?
Prof. Dr. Sezen Arat: 1994 ve 1995 yıllarında TÜBİTAK EMBO bursu alarak Almanya, İsveç ve Fransa’da “embriyonik kök hücre” üzerine çalışmalar yaptım. Bu yıllarda kök hücreler dünyada çok yeni, ülkemizde ise hiç bilinmeyen bir araştırma alanıydı. TÜBİTAK MAM’da 1998 ve 1999 yıllarında bugün mucize hücreler olarak değerlendirilen ve gelecekte birçok hastalığın tedavisinde umut ışığı olarak gösterilen “embriyonik kök hücre kültürü” ile ilgili kurslar düzenledim. Birçok bilim insanı bu çok özel hücreler ile ilk defa bu kurslar vasıtası ile tanıştı.
TÜBİTAK Bilim Genç: Ürettiğiniz “transgenik fare” modelinden sonra, ülkemizde buna benzer bir çalışma yapıldı mı?
Prof. Dr. Sezen Arat: Ülkemizdeki ilk hastalık modeli transgenik fareyi 1999 yılında ürettim. Bu transgenik fareler halen ülkemizde HBV taşıyıcı modeli olarak üretilmiş tek örnektir. 2000 - 2002 yılları arasında Dünya Bankası'nın sağladığı burs ile ABD Georgia Üniversitesi Ziraat Fakültesi Hayvan Bilimleri Bölümü’nde “sığırların ve domuzların klonlanması” üzerine çalıştım. Bu alandaki ilk bilimsel yayınlarımı orada çalışırken yaptım.
TÜBİTAK Bilim Genç: İlk klon Anadolu sığırlarını ürettiniz. Bunların diğer ülkelerdeki klonlardan farkı var mı?
Prof. Dr. Sezen Arat: Yurt dışından döndükten sonra ülkemizdeki ilk hayvan klonlama projesini TÜBİTAK’a sundum ve destek aldım. Bu alanda yürüttüğüm üç TÜBİTAK projesi 2009 ve 2010 yıllarında dünyadaki ilk klon Anadolu sığırlarının doğumu ile başarıya ulaştı. Bugün beş adet klon sığırın hepsi hayatta ve 5 yaşındalar. Bu hayvanlar ülkemizde halen hayatta olan ve normal yavrular veren tek örnek. Bu teknolojinin uygulandığı birçok ülkede doğan klonlarda erken ölümler veya kısırlık gibi sorunlar görülürken ülkemizdeki klonlar hiçbir sağlık sorunu yaşamıyor. Hatta biri erkek dördü dişi olan klonların beş adet sağlıklı yavrusu oldu. Ayrıca, bu projemle TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görüldüm.
TÜBİTAK Bilim Genç: Peki, araştırmalarınız insanlar üzerinde de uygulanabiliyor mu?
Prof. Dr. Sezen Arat: Çalışmalarımın insanlarla ilgili kısmı kısırlığın önüne geçmek için uygulanan tüp bebek veya sperm enjeksiyonu çalışmaları. Genelde hayvanlar üzerinde başarıya ulaşan bu teknolojiler daha sonra insanların yararına sunulur. Daha ileri bir biyoteknolojik uygulama olan klonlama bize birçok avantaj sunmakla birlikte henüz araştırma aşamasında ve benim de geliştirmek amacıyla halen üzerinde çalıştığım bir konu.
TÜBİTAK Bilim Genç: Araştırmalarınız bu alandaki çalışmaları nasıl etkiledi?
Prof. Dr. Sezen Arat: Araştırmalarım ülkemizde memelilere gen aktarımı çalışmalarının başlamasını sağlaması bakımından öncü oldu. Embriyoyu oluşturan temel hücre tiplerinden biri olan embriyonik kök hücreler, önce onlara gen aktarımı yapılabildiği ve böylece transgenik hayvanların oluşturulmasını sağladığı için, ardından da çeşitli hücre tiplerine farklılaşma potansiyellerinden dolayı ilgimi çekti. Bu hücrelerin nasıl bir doku veya organı oluşturmak üzere programlandığını çözmek öncelikle laboratuvar ortamında üretilebilmelerine bağlıydı ve bu yüzden embriyonik kök hücre kültürü çalışmalarına başladım.
TÜBİTAK Bilim Genç: Peki, klonlama konusuna ilginiz neye dayanıyor?
Prof. Dr. Sezen Arat: İngiltere’de 1997 yılında üretilen ilk klon koyun ile bir vücut hücresinin geriye programlanabildiği ve bir canlının kopyasının oluşturulabildiği gösterildiğinde bu teknolojinin kök hücre mucizesinin anahtarı olabileceğini fark ettim ve klonlama konusuna yöneldim. Böylece klonlama ile ilgili ilk çalışmalarımı 2001 yılında ABD’de yaptım. O yıllarda teknoloji henüz çok yeniydi ve her yıl yüzlerce çalışma yayın/mlanıyordu. Kaybolan ırkları gelecekte bu teknoloji ile geri getirmek için birçok ülkede dondurulmuş hücre bankaları kurulmaya başlanmıştı. 2001 yılının sonunda Georgia Üniversitesi dergisi benimle bir röportaj yaptı ve ülkeme döndüğümde ne yapmayı planladığımı sordu. Ülkeme döndüğümde Anadolu yerli ırklarının gen bankasını kuracağımı ve yerli ırklarımızın klonlanması üzerine çalışacağımı belirttim. Bu hedeflerimi 2007 yılında başlattığım TARAL-1007 projesi ile 2009 yılında yerli sığır ırklarımızdan birini klonlayarak, 2012 yılında da Türkiye’deki ilk “hayvan gen bankasını” kurarak gerçekleştirmiş oldum.
TÜBİTAK Bilim Genç: Son olarak, yaptığınız araştırmaların uygulama alanlarına gelirsek…
Prof. Dr. Sezen Arat: Öncelikle laboratuvar ortamında embriyo üretimi çalışmaları çiftlik hayvanı ırklarının istenilen yönde ıslah edilme süresini kısaltan ve sonuca daha çabuk ulaşmamızı sağlayan çalışmalardır. Bugün hayvancılıkta lider olan ülkeler klasik ıslah çalışmalarını üreme biyoteknolojisi yöntemleri ile destekliyor. Bunun yanı sıra, örneğin klonlama teknolojisi kaybolmuş bir ırkı geriye getirmek için kullanılabilir. Böylece hastalıklara daha dirençli, çevre koşullarına daha dayanıklı yerli ırkların tamamen yok olmasının önüne geçilebilir. Bu yöntem çok üstün özelliklere sahip olan ancak aniden ölen, hayli değerli damızlık bir hayvanın geriye getirilmesini de sağlayabilir. Benzer biçimde, insanların tedavisinde kullanılabilecek süt proteinleri klonlama teknolojisiyle üretilen transgenik çiftlik hayvanlarından elde edilebilir. Bugün milyar dolarlık ciroları ile transgenik hayvan üreten biyoteknoloji firmalarının sayısı her geçen gün artıyor. Kök hücrelerin ise hasarlı hücre ve dokuların onarılmasını sağlayarak birçok hastalığın (şeker, kalp, iskelet, sinir sistemi hastalıkları, kanser vb.) tedavisinde mucizevi sonuçlar yaratacağı düşünülüyor.