Sinemada “Sonbahar Etkisi”: Televizyonların Yükselişi
1950’ler sinemada seyirci sayısının azaldığı yıllar olarak tarihe geçer. Bunun en önemli nedeni, şehirlere taşınan ailelerin, ucuz ve erişilebilir olmasından dolayı televizyonu eğlence aracı olarak seçmesiydi.
Eğlence dünyasının yeni aracı: televizyonlar
1950’ler sinemada seyirci sayısının azaldığı yıllar olarak tarihe geçer. Bunun en önemli nedeni, şehirlere taşınan ailelerin, ucuz ve erişilebilir olmasından dolayı televizyonu eğlence aracı olarak seçmesiydi. Televizyon o yıllarda toplumda hızlı bir şekilde yaygınlaşıyordu ve birçok aile tarafından satın alınıyordu. Aileler evlerinde televizyonlarını izlerken geleneksel sinema seyircisinin profili de değişiyordu. Daha çok genç kitlelerin uğrak yeri hâline gelen sinema salonları zamanla boşalmaya başladı. Bu durum film endüstrisini ve film stüdyolarını korkuttu. Sinema tarihinde ilk defa film endüstrisi ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Haftalık olarak sinema salonlarına giden kişi sayısı 1948’de 90 milyona ulaşmışken 1952’de bu sayı 51 milyon civarına geriledi.
Film endüstrisi, teknolojinin hareketli görüntüye getirdiği yeni yöntemleri kullanarak televizyonun bu meydan okumasını zaman içinde kendi lehine çevirmeye çalıştı. Birçok film şirketi Eastman Kodak firmasının geliştirdiği tek şeritli renk işleme yöntemi sayesinde renkli film üretimine geçti. Küçük ekranlarda bulanık siyah-beyaz görüntü sunan televizyon ise renkli ve kaliteli görüntülere sahip olan sinemanın büyük film perdesi karşısında başarısını uzun süre devam ettiremedi. Renk faktörü film endüstrisine ticari açıdan büyük katkı sağladı.
Hedef Ay filminden bir sahne
1940’lar ve sonrasında korku türünün film endüstrisinde popülerliğinin arttığını gözlemlemiştik. Bilim kurgu ise hâlâ tam anlamıyla tanınan bir tür değildi. 1950 yılında yönetmenliğini Irving Pichel’in yaptığı Hedef Ay son on yılın en büyük bilim kurgu filmi olarak seyirciyle buluştu. O yıllarda dünya genelindeki siyasal ve toplumsal gelişmelerden dolayı ciddi bir ticari başarı elde eden film, 1951 yılında “En İyi Özel Efekt” kategorisinde Akademi Ödülü’ne (Oscar Ödülü) layık görüldü.
The Robe filminin afişi
1952’de Cinerama olarak adlandırılan, üç ayrı projeksiyon cihazından çıkan görüntünün eşleştirilerek perde üzerine çok daha geniş açıda görüntü yansıtılabilmesini sağlayan sinema görüntü yöntemi icat edildi. Ancak bu icat sinema salonları için bazı zorlukları da beraberinde getirdi. Sinema salonlarında daha önce olmayan ilave ekranlar, projeksiyon cihazları ve bu cihazları kullanabilen çalışanlara ihtiyaç duyulması bunlardan bazılarıydı. Bu zorluklardan dolayı, 1953’te, görüntü yansıtma işlemini kolaylaştıran CinemaScope (Sinemaskop) ortaya çıktı. CinemaScope sisteminde, projeksiyon cihazındaki özel anamorfik lensler sayesinde çekim sırasında görüntü yanlardan sıkıştırılmış bir şekilde kaydediliyor, gösterim sırasında ise sıkıştırılmış görüntü yine benzer anamorfik lensler aracılığı ile açılarak/yayılarak geniş ekrana yansıtılıyordu. 20th Century Fox yapım şirketi bu yöntemin gelişme sürecine öncülük etti ve 1953’te yönetmenliğini Henry Koster’in yaptığı The Robe filmiyle bu tekniği tanıttı. Birkaç yıl içinde diğer film stüdyoları SuperScope, WarnerScope ve Panavision gibi farklı isimler adı altında aynı tekniği kullandı. 1950'lerin sonlarına doğru, büyük film stüdyoları tarafından yayınlanan filmlerin birçoğu geniş bir ekranda gösterilecek şekilde çekildi ve sinema salonlarının çoğunun altyapısı bu filmlerin gösterimi için uygun hâle getirildi. 1960’lara gelinirken ABD’deki sinema salonlarının hemen hemen tamamı CinemaScope yöntemini kullanmaya başladı.
1950’lerin arabalı sinema salonları
1950’li yıllarda film endüstrisinin bir diğer önemli buluşu olan üç boyutlu filmler yine televizyon karşısında seyirci kitlesini artırmak amacıyla ortaya çıktı. Sinema, müzikallerden korku türüne bütün filmlerde bu yeni tekniği kullanarak popülerliğini tekrar kazanmaya çalıştı. Öp Beni Kate (1953) ve Balmumu Evi (1953) bu filmlerin öne çıkan örnekleri oldu. Üç boyutlu filmler o yıllarda sevilmesine rağmen kısa zamanda seyircilerin gözünden düştü. Özel gözlükler kullanma zorunluluğu üç boyutlu filmleri ticari açıdan olumsuz etkiledi. Bu durum film stüdyolarını televizyon karşısında seyirci kitlesini artırmanın başka bir yolu olarak gördükleri arabalı sinema fikrine yöneltti. Özellikle şehirleşme ve buna bağlı olarak gerçekleşen araba satışlarındaki hızlı artış bu fikri destekledi. Bunun sonucunda binlerce arabalı sinema salonu ortaya çıktı. Artık birçok insan arabalarında oturarak film seyrediyor ve böylece geleneksel sinema salonlarına gitmelerine gerek kalmıyordu. Böylece sinemanın çehresi hiç olmadığı kadar değişti.
Bu yazımızda 1950’li yılların başlarında ortaya çıkan yeniliklere ve sinemada “sonbahar etkisi” yaratan önemli gelişmelere değindik. Gelecek yazımızda 1950’li yıllar ve sonrasında film endüstrisinde yaşanan gelişmeleri ele almaya devam edeceğiz.