Sinemada Özel Efektler: 1925-1940’lar (I. Bölüm)
Hollywood, 1920’li yılların başında dünyanın önde gelen film üretim merkezi haline geldi. Avrupa sinemasıysa özel efektler konusunda teknik olarak üst düzey projeler üretti.
Hollywood, 1920’li yılların başında dünyanın önde gelen film üretim merkezi haline geldi. Avrupa sinemasıysa, özellikle Alman film yapımcılarının mekanik uzmanlığı ve masallara olan ilgisi sayesinde, özel efektler konusunda teknik olarak üst düzey projeler üretti.
Yapımcılığını Almanya’nın en büyük film yapım şirketi olan Universum Film-Aktien Gesellschaft’ın (UFA) yaptığı Büyük Şehir (Metropolis - 1927) adlı bilim kurgu filmi özel efektler konusunda dönemin en önemli eseri olarak gösteriliyor. Film Almanya’nın en önemli yönetmenlerinden biri olan Fritz Lang (1890-1976) tarafından çekildi. Çok farklı tekniklerin kullanıldığı filmde Fritz Lang minyatür modeller, özgün kamera hareketleri ve animasyon teknikleri, mat-arka plan boyama, erken dönem arka projeksiyon ve bire bir oranda hazırlanan mekanik efektler üretti. Filmin en önemli fütüristik mekân sahneleri minyatür olarak kurgulanmıştı ve gerçeğe yakın ölçekte hazırlanan setlerde çekilmişti. Günümüzde bu tür sahneler tamamen bilgisayarlar aracılığıyla, dijital ortamda üç boyutlu modellenerek oluşturuluyor.
Filmde kullanılan model üretim tekniklerinden bazıları günümüzde film yapımlarında halen kullanılıyor. Metropolis filmi finansal olarak başarılı olamadı. Ancak fütüristik sanat ve kullanılan tekniklerin düzeyi yönünden şimdiye kadar yapılmış en etkili filmlerden biri olduğundan sonraki dönemlerde film yapımcıları üzerinde büyük bir etki oluşturdu. Görsel efektler yönünden sinema tarihinin önemli yapıtlardan Bıçak Sırtı (Blade Runner - 1982), Yıldız Savaşları (Star Wars - 1977, 1980, 1983) ve Beşinci Element (The Fifth Element - 1997) gibi filmlerde, şehir sahnelerindeki klasik tasarımlarda Metropolis filminin etkisi görülebilir.
Metropolis bilim kurgu filmindeki şehir sahnesi
1923 yılında ABD'li ünlü film yapımcısı Cecil B. Demille, özel efekt tasarımlarının çok başarılı bir şekilde kullanıldığı On Emir (The Ten Commandments) filmini çekti. Demille, filminde hareketli görüntü tasarımında özel efekt sekanslarını ekrana getirdi. Paramount Stüdyoları'nda Kızıldeniz’in ikiye ayrılma sekansını binlerce litre sıvı kullanarak oluşturdu. Ayrıca sette 150.000’e yakın figüran kullanarak en kalabalık insan topluluğu sahnesi ile film tarihe geçti. Film, Metropolis'in aksine çok sayıda seyirciye ulaşarak gişede çok başarılı oldu.
Bu dönemde filmlerde animasyon kullanan yönetmenlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Animasyonlu yapımlar daha kapsamlı ve popüler hale geldi. Bazı çizgi film karakterleri gerçek aksiyon film yıldızları kadar tanınmaya başladı. Animasyon sanatçısı Pat Sullivan tarafından 1914’te oluşturulan Kedi Feliks karakteri, 1920’li yılların ortalarında tanınırlık sıralamasında Charlie Chaplin gibi ünlü bir oyuncunun ardından ikinci oldu.
Canlı çekimler ile animasyonların birleştirilmesiyle oluşturulan Kayıp Dünya (The Lost World - 1925) filmi ile bu çalışmalar daha da kapsamlı hale geldi. Kayıp Dünya filmi İskoçyalı yazar Arthur Conan Doyle'un romanından beyaz perdeye uyarlandı ve Harry O. Hoyt tarafından çekildi. Filmde animasyon ve özel efekt sanatçısı Willis O’Brien tarafından canlandırılan dinozorlar zamanın çok ötesinde başarılı ve şaşırtıcı bir şekilde ekrana taşındı. Filmdeki dinozorların içine yerleştirilen mekanik iskeletler, özel efekt tekniklerinden biri olan durdurarak hareket ettirme (stop-motion) yöntemiyle dikkatli bir şekilde kare kare hareket ettirildi. Animatronik tekniği olarak da isimlendirilen bu yöntem sonraki dönemlerde Wallace and Gromit (1989) gibi başyapıtların ortaya çıkmasına öncülük etti.
The Lost World filminde dinozorların bulunduğu sahne
1927'de film yapımcıları ve dağıtımcıları tarafından üretim maliyetlerinin düşürülmesi için hareketli görüntü tasarımında kullanılan filmlerde saniyede akan kare sayısı 24 olacak şekilde standart hale getirildi. Bu değer yüz yılı aşkın bir süredir minimum kare sayısı olarak kullanılıyor. Ancak saniyede akan kare sayısının daha yüksek olması görüntülerin daha gerçekçi görünmesini sağlıyor. Bu nedenle yönetmenler farklı kare sayıları (örneğin saniyede 50 veya 60 kare) tercih edebiliyor.
16 milimetre film şeridi
1920’li yılların sonunda filmlerde görüntü ve ses bir arada kullanılmaya başlandı. Dönemin belki de en büyük teknik gelişmesi olarak kabul edilen bu gelişme ile ses sistemleri filmlerde etkili bir şekilde kullanılmaya başlandı. Caz Şarkıcısı (The Jazz Singer - 1927) adlı müzikal filminde Al Jolson şarkıyı seslendirdiğinde izleyiciler görüntü ve sesi aynı anda deneyimleyebildi. Bu yöntem sonraki dönemlerde uzun metrajlı filmlerde de kullanılmaya başlandı. Sesin ve görüntünün birlikte ekranlara gelmesi film endüstrine büyük değişiklikler getirdi. Film yapımlarında yeni stüdyo bölümleri, ses kaydı, dublaj gibi yeni görevler ve departmanlar ortaya çıktı. Sinema salonlarında sesli filmler için yeni donanımlara ve ses yalıtımına ihtiyaç duyulmaya başlandı.
Yazımızın birinci bölümünde, 1925-1940 yılları arasında üretilen filmlere, icat edilen farklı yöntem ve tekniklere, film ve animasyon endüstrisinin gelişmesine öncülük eden yapımlara değindik. Gelecek yazımıza aynı dönemde yaşanan başka gelişmelerle devam edeceğiz.