İnanmak Gerçekten Başarmanın Yarısı mı?
Düşüncelerimiz, beklentilerimiz veya inançlarımız sağlığımızı etkileyebilir mi? Örneğin gerçekte herhangi bir etkisi olmayan bir suyun ağrılarımızı dindireceğini düşünmek ve buna inanmak ağrılarımızı azaltabilir mi?
İkinci Dünya Savaşı sırasında Dr. Henry Beecher isimli doktor, yaralı askerlerin tedavisi sırasında kullanılan morfin tükendiğinde, hastalara tuzlu su karışımı verdi. Bu sırada verdiği karışımın askerlerin ağrılarını dindirici etkisi konusunda onlara güven verici konuşmalar yaptı. Sonuçta yaralı askerlerin %35’inden fazlasında bu karışımın etkili olduğunu gözlemledi. Bu sonuçların yayınlanmasından sonra plasebo etkisi olarak isimlendirilen bu olgu tıp alanında araştırılmaya başlandı.
Plasebo etkisinin, vücutta olumlu düşünmekten daha öte bir etkisi var. Ancak bu etki hastalıkların iyileşmesini sağlamaz, sadece ağrı gibi bazı belirtilerin daha hafif algılanmasına yardımcı olur. Peki, bu nasıl mümkün oluyor? Araştırmalar plasebo etkisinin beyinde dopamin ve endojen opioid mekanizmasında değişime neden olduğunu gösteriyor. Bu mekanizmaların ağrı, duygu durumu, ödül algısı gibi sistemler üzerinde düzenleyici rolü olduğu biliniyor. Plasebo etkisi insanlarda, aldıkları ilacın kendilerine iyi geleceği yönünde olumlu bir beklenti oluşturuyor. Bu durumda beyinde ödül sistemi devreye giriyor. Sonuçta insanlar kendilerini daha iyi hissetmeye başlıyor.
Beyin ile Vücut Arasındaki Güçlü Bağlantı
Plasebo etkisi günümüzde genellikle ilaç çalışmalarında kullanılıyor. Ancak plasebo etkisinin ortaya çıkmasında verilen sahte ilaçların aslında bir etkisi bulunmuyor. Bunun yerine inanç, düşünce veya beklentilerin bu etkinin ortaya çıkmasında rolü var. İnsanları belirli inanç, çağrışım ve beklentilere yönlendiren ise sahip oldukları zihin yapıları. Kalıcı zihin yapıları hayatta karşılaştığımız karmaşık bilgileri anlamlandırmamıza yardımcı oluyor. Aynı zamanda insanların fiziksel ve psikolojik sağlıkları ile ilgili beklentilerini de yönlendiriyor.
Kalıcı zihin yapıları daha önceki bilgi ve deneyimlerimizle oluşuyor.
Sahip olduğumuz zihin yapıları daha önceki tecrübelerimizle oluşsa da belirli müdahalelerle değiştirilebiliyor. Örneğin uzun süreli stresin hem fizyolojik hem de psikolojik sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri olduğu biliniyor. Ancak belirli bir düzeydeki stresin zorluklarla baş etme ve problemlere çözüm bulma becerisini olumlu etkilediği biliniyor. Örneğin sınav döneminde orta düzeyde hissedilen stres, etkili çalışarak başarılı olma konusunda bizi motive eder. Ancak stres uzun süre devam ettiğinde aynı çalışma motivasyonu sağlanamayabilir ve stresin olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başlayabilir.
Yapılan bir çalışmada gençlerin stresle ilişkili inançlarının değişmesinin, stresle baş etme ve stresli durumlardan olumsuz etkilenme süreçlerini nasıl etkilediği incelendi. Deneyler sırasında gençlerin öz kontrol, algılanan stres düzeyi ve stresle ilgili inançları ölçüldü.
Öz kontrol, insanların belirli bir hedefe ulaşmak için dürtü, duygu ve davranışlarını kontrol etme becerisi olarak tanımlanabilir.
Elde edilen sonuçlar, gençlerin deneyimlediği olumsuz olayların öz kontrol becerisini etkilediğini ortaya koyuyor. Bununla birlikte, stresin geliştirici etkisi olduğu inancına sahip gençlerin olumsuz deneyimlerin sonucunda algıladıkları stres düzeyinin, diğerlerine göre daha düşük olduğu gözlendi. Yani stresle ilgili sahip olunan inancın olumlu olması, stresin olumsuz etkilerine karşı adeta kalkan görevi görüyor. Araştırmacılar ayrıca stres hakkındaki inançlarımızı değiştirmenin bizleri dürtüsel davranmaktan korumaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.
Bir konuyla ilgili inanç ve beklentilerimiz sağlığımızı da tıpkı dış uyaranlar gibi etkileyebiliyor. Bu etki bazen inançlarımızın davranışlarımızı yönlendirmesiyle gerçekleşebiliyor. Örneğin düzenli beslenmenin ve egzersiz yapmanın fiziksel sağlığımızı olumlu etkileyeceğine inanmak, davranış şekillerimizi değiştirmemizi sağlayabiliyor.
Kalıcı zihin yapıları, öte yandan endokrin sistemimizi ve hormonlarımızın düzeyini de etkileyebilir. Nasıl mı? Yapılan bir araştırmada katılımcılar iki gruba ayrıldı ve her iki gruba da meyveli süt ikram edildi. İlk gruba içeceklerin yüksek kalorili olduğu bilgisi verilirken, diğer gruba tam tersi içeceklerin düşük kalorili olduğu söylendi. Aslında içeceklerin besin değerleri ve kalori miktarı aynıydı.
Katılımcıların deney öncesi ve sonrasında açlık hormonu olarak da bilinen ghrelin düzeyi ölçüldü. Sonuçta yüksek kalorili meyveli süt içtiklerini düşünen katılımcıların açlık hormonu düzeyinde belirgin bir düşüş gözlenirken, düşük kalorili meyveli süt içtiklerini düşünen katılımcıların kanındaki ghrelin düzeyi yaklaşık olarak sabit kaldı. Yani yüksek kalorili besin tüketme düşüncesinin neden olduğu “tokluk” inancı ve düşük kalorili besin tüketmenin neden olduğu “açlık” inancı endokrin sistem üzerinde etkili oldu.
Beklenti, inanç ve düşüncelerimiz motivasyonumuzu, deneyimlerimizi ve vücudumuzun çalışma sistemini etkileyebiliyor. Bu nedenle bazı durumlarda belki de asıl meselenin o durum hakkında sahip olduğumuz inançlarımız olabileceğini unutmamalıyız.
Kaynaklar:
- Zion, S. R. ve Crum, A. J., “Mindsets matter: a new framework for harnessing the placebo effect in modern medicine”, International Review of Neurobiology, Cilt 138, s. 137-160, 2018.
- Benedetti, F. ve ark., “Neurobiological Mechanisms of the Placebo Effect”, Journal of Neuroscience, Cilt 25, Sayı 45, s. 10390-10402. 2005.
- Goker, C., Yilmaz, A. ve Kumbasar, H., “Plasebo etkili midir? Etik midir?”, Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, Cilt 19, Sayı 2, s. 183-192, 2009.
- Crum, A. J. ve Langer, E. J., “Mind-set matters: Exercise and the placebo effect”, Psychological Science, Cilt 18, Sayı 2, s. 165-171, 2007.
- https://effectiviology.com/belief-bias/
Yazar Hakkında: