En Popüler Psikoloji Mitleri
“Kalabalık ortamlarda şiddet olaylarının ortaya çıkma olasılığı yüksektir.”, “Depresyon sadece beyindeki kimyasal bir dengesizliktir.”, “Beynimizin sağ tarafını kullanıyorsak daha yenilikçi düşünebiliyoruz demektir.” gibi psikoloji ile ilgili yargıları birçok kez duymuşsunuzdur. Peki, gerçekten öyle mi? Yoksa bu bilgiler sadece popüler psikolojinin yaydığı yanlış bilgiler yani psikoloji mitleri mi?
solidcolours / iStock
Popüler Psikoloji Nedir?
Popüler psikoloji, “psikoloji biliminin kavram ve teorilerini genel halk kitlesinin anlayabileceği biçimde sunmak” şeklinde tanımlanabilir. Sosyal medyada karşımıza çıkan psikoloji ile ilgili birçok paylaşım aslında popüler psikolojinin ürünü. Bu paylaşımların bir kısmı bilimsel olarak doğru olsa da birçoğu yanlış bilinen psikoloji mitleri.
Peki popüler psikoloji aracılığıyla hayatımıza giren ve sosyal medya ile daha sık duymaya başladığımız psikoloji mitlerinin ne kadarı doğru?
solidcolours / iStock
1960’lı yıllarda ABD’li psikolog Walter Mischel, son yıllarda sosyal medyada da örneklerine sıkça rastladığımız bir deney gerçekleştirdi. Bu deneyde çocukların önüne birer şekerleme bırakıldı. Eğer çocuklar şekeri yemez ve sabrederlerse ikinci şekeri hak edeceklerdi. Çocuklardan bazısı ilk şekeri yerken bazısı sabredip ikinci şekeri almaya hak kazandı. Deneye katılan çocuklar yetişkin hâle geldiklerinde onlarla tekrar görüşme yapan Mischel, elde ettiği sonuçlara göre ilk deneyde sabreden çocukların ileriki yaşlarda daha başarılı bireyler olduğunu ileri sürdü. Aynı deney 2018 yılında daha geniş çaplı ve farklı denekler ile tekrar gerçekleştirildi. Sonuçta çocukluk döneminde irade sahibi olma ve hayat başarısı arasında zayıf bir ilişki olduğu görüldü. Bu ilişkinin irade gücü ve sabırdan ziyade aile ve büyütülme biçiminin etkisiyle ortaya çıkmış olabileceği düşünülüyor.
"En büyük çocuklar doğuştan liderdir."
Vagengeym_Elena / iStock
En büyük çocukların çoğunlukla kardeşlerini yönetmesi, onlara liderlik etmesi bu teoriyi her ne kadar destekliyor gibi düşünülse de aslında bu durumun bilimsel bir temeli bulunmuyor. 2015 yılında yapılan bir araştırmada psikologlar, yüzlerce katılımcının doğum sıralarıyla kişilik özellikleri arasında bir ilişki olup olmadığını inceledi. Ancak bu iki özellik arasında herhangi bir bağlantı bulunamadı. Daha sonra İsveç’te yapılan bir başka çalışmada ise doğum sırası ve liderlik özelliği arasında zayıf bir ilişki bulundu. Ancak en büyük çocukların liderlik özelliğine sahip olmaları, eğilimleri ve yeteneklerinden ziyade kardeşlerine bakmakla sorumlu tutulmaktan kaynaklanıyor olabilir.
"Videoda geriye doğru giden at görüyorsanız beyninizin sağ tarafı baskın demektir!"
Bunun gibi içerikler sosyal medyada hepimizin karşısına çıkmıştır. Ancak bu tür paylaşımların aslında bilimsel bir dayanağı yok.
Sinir bilimi alanında yapılan araştırmalar, beynimizin “yarı küre” olarak adlandırılan iki tarafının farklı işlevleri olduğunu gösteriyor. Örneğin bazı bilişsel beceriler, beynin bir tarafında meydana gelen yaralanmalardan diğer tarafında meydana gelene oranla daha fazla etkilenebiliyor. Ancak kişisel özelliklerin beyin yarı küreleriyle ilişkili olduğunu gösteren bir bilimsel kanıt bulunmuyor.
Dolayısıyla sosyal medyada karşılaştığımız “Beynimizin sağ tarafını mı yoksa sol tarafını mı daha aktif kullanıyoruz?” gibi soruların bir gerçekliği yok. Paylaşılan görüntüler genellikle görsel bir illüzyona yol açtığından, beynimiz hareketi veya görseli tamamlamaya çalışır. Beynimizin görüntüleri nasıl tamamladığı kendi tecrübelerimiz ve duyularımıza bağlı olsa da bunların kişiliğimiz veya beynimizin hangi tarafının daha aktif olduğu ile herhangi bir ilişkisi bulunmuyor.
"Herkesin daha başarı olduğu bir öğrenme biçimi vardır."
Author / iStock
Kimimiz yazarak, kimimiz dinleyerek, kimimizse uygulayarak… İnsanların farklı öğrenme tarzlarının olduğu ve her bireyin daha verimli bir şekilde öğrenmesini sağlayan belirli bir “öğrenme biçimi” olduğu düşünülür. Peki ama bu inanç bilimsel olarak ne kadar doğru?
Öncelikle bu görüşün ne anlama gelebileceğini sorgulayalım.
Duyarak daha iyi öğrenen bir kişi konu fark etmeksizin her zaman aynı öğrenme biçimiyle mi daha başarılı olur? Örneğin matematik, fen, edebiyat gibi farklı alanlarda hep duyarak mı daha iyi öğrenir? Ya da hayatımız boyunca hep aynı öğrenme biçimini takip ederek mi daha başarılı oluruz? Yani ilkokulda görsel olarak daha iyi öğrenen bir öğrenci, üniversitede de aynı öğrenme biçimini uygularsa daha mı başarılı olur?
Her insanın belirli bir öğrenme biçiminde daha başarılı olduğu görüşünü sınamak için gerçekleştirilen neredeyse tüm çalışmalarda, belirli bir öğrenme stilinde iyi olduğunu düşünen insanlar, söz konusu öğrenme stilinde herhangi bir iddiası bulunmayanlardan daha iyi bir performans göstermedi. Araştırmacılara göre bir konuyu öğrenmenin en ideal yolu öğrenme biçimine değil, öğrenilen konunun doğasına bağlı. Yani bir konuyu işitsel olarak daha iyi öğrenip başka bir konuyu görsel olarak daha iyi öğreniyor olabiliriz.
"Beynimizin yalnızca %10'unu kullanırız."
CIPhotos / iStock
Bu ifadeyi pek çoğumuz duymuş hatta belki kullanmışızdır.
İnsanların beyinlerinin sadece küçük bir bölümünü kullandıkları, bu nedenle de potansiyellerini yeterince değerlendiremedikleri düşüncesinin kaynağı tam olarak bilinmiyor. Zaman zaman bu ifade Albert Einstein’a ithaf edilse de özellikle 2011 yılında vizyona giren Limit Yok ve 2014 yılında vizyona giren Lucy filmleriyle daha da yaygınlaştı. Bilim insanları, fMRI ve PET gibi görüntüleme yöntemleri ile beyin dokusunun oksijen ve glikoz tüketimini ölçerek beynin aktif kısımlarını belirledi. Bu ölçümler sırasında sağlıklı insanların beyinlerinin uyurken veya komadayken bile aktif olduğu gözlemlendi. Ancak gerçekleştirilen göreve bağlı olarak beynin bazı bölgeleri diğerlerinden daha fazla aktif olabiliyor. Yine de bu durum, o görev sırasında beynin diğer bölgelerinin tamamen aktif olmadığı anlamına gelmiyor.
"El yazımız kişilik özelliklerimizi ele verir."
bgwalker / iStock
Birçoğumuz için okumayı ve yazmayı öğrenmek, okul hayatımızdaki önemli bir dönüm noktasıdır. İnsanların el yazısı stilleri de çoğunlukla kendilerine özgü özellikler taşır. Hatta “grafoloji” olarak bilinen, el yazısının analiz edilmesiyle kişilik özelliklerinin belirlenmesine yönelik bir uygulama alanı var. Bu uygulama ilk defa 1800’lü yılların sonunda Fransa’da Abbé Jean-Hippolyte Michon tarafından ortaya atılmıştı. Ancak bu yöntemin doğruluğu bilimsel kanıtlarla desteklenebilmiş değil. Buna rağmen iş başvurularının değerlendirilmesi ve kriminoloji gibi farklı alanlarda grafoloji kullanılabiliyor.
1992 yılında Richard Klimoski tarafından yapılan çalışmada, el yazısı stillerinin insanların iş performanslarının tahmin edilmesinde belirgin bir etkisi olmadığı anlaşıldı. Her ne kadar yaygın bir inanış olsa da aslında el yazısından kişilik analizi yapmanın bilimsel bir temelinin olmadığı söylenebilir.
İnternetten ulaştığımız, sosyal medyada karşımıza çıkan veya toplumda dilden dile yayılan bu tür bilgilerin bilimsel gerçekliğe sahip olduğu düşünülse de bu bilgiler çoğu zaman yanlış olabiliyor. Bu nedenle bilgi edindiğimiz kaynakların güvenilir olup olmadığını kontrol etmek ve bilgilerin bilimsel kanıtlara dayanıp dayanmadığını araştırmak çok önemli.
Kaynaklar:
- Jarret, C., “Pop psychology: Eight myths that are probably wrong, or at least wildly overly simplistic.”, BBC Science Focus, Sayı 352, 2020.
- Klimoski, R., “Graphology and personnel selection.”, Ed: B. L. Beyerstein & D. F. Beyerstein, The write stuff. Evaluations of graphology-the study of handwriting analysis, Prometheus, Amherst, NY, s.232-268, 1992.
- Lilienfeld, S. O., 50 Great Myths of Popular Psychology: Shattering Widespread Misconceptions About Human Behavior, Wiley-Blackwell, 2010.
- Schofield, H., “A French love affair... with graphology.”, BBC News., 2013.
- Willingham, D. T., Hughes, E. M. ve Dobolyi, D. G., “The Scientific Status of Learning Styles Theories”, Teaching of Psychology, Cilt 42, Sayı 3, s. 266-271, 2015.
Yazar Hakkında:
Seher Aytüre
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümü