Zihnimizde Olanlar Hakkında Sosyal Psikoloji Ne Söylüyor?
Sosyal psikologlar, gündelik hayatta zihni meşgul eden düşünme biçimlerini sınıflandırır. Bu düşünme biçimlerinden bazıları da seyirci etkisi, kendine hizmet eden yanlılık ve doğrulama yanlılığıdır.
vovan13 / iStock
“Yoğun geçen bir gün” denildiğinde aklınıza neler geliyor? Uzun saatler boyunca ders çalıştınız, arkadaşlarınızla ya da ailenizle vakit geçirdiniz, bazı toplantılara katıldınız, belki kurslara gittiniz… Kısacası herhangi bir aktiviteye zihnen ya da bedenen fazla enerji harcadığınız bir gün. Öyle değil mi? Öyleyse haklısınız, böyle günler gerçekten yoğun geçiyor.
Ne var ki beynimizin çalışma şeklini ve yaptıklarını incelediğimizde aslında yoğun geçmeyen hiçbir günümüzün olmadığını anlarız. Aldığımız en küçük kararda ya da yaptığımız en basit çıkarımda bile bilişsel sistemimiz sıkı bir çalışma içerisindedir. Bu sıkı çalışma, çeşitli alanlardaki bilim insanları tarafından farklı yönlerden ele alınıyor. Bu alanlardan biri de sosyal psikoloji. Sosyal canlılar olan insanların eylemlerini ve düşüncelerini sosyal hayatın içinde değerlendiren sosyal psikologlar, gündelik hayatta zihni meşgul eden düşünme biçimlerini sınıflandırır. Şimdi bu düşünme biçimlerinden bazılarını ele alacağız.
Seyirci Etkisi
Bir kalabalıkta acilen yardıma ihtiyaç duyan insanlara nasıl yaklaşırsınız? Doğrudan yardım etmeyip “Biri mutlaka yardımcı olur.” diye düşünüyorsanız kendinizi kötü hissetmemelisiniz. Çünkü yalnız değilsiniz. Sosyal psikologların uzun yıllardır üzerinde durdukları bu düşünme şekli, “seyirci etkisi” denilen bir durumdan dolayı ortaya çıkıyor. İsminden de anlaşılacağı üzere etrafta olan insanların yani seyircilerin varlığı, acil yardıma ihtiyaç duyan kişinin yardım almasına engel olabiliyor. 1969 yılında yazdıkları makalede Bibb Latané ve John M. Darley, bu etkinin duyarsızlık ya da hissizlik gibi duygusal eksikliklerden kaynaklanmadığını ifade ediyor. Acil yardıma ihtiyaç duyma her zaman karşılaşılan bir durum olmadığından kişiler, yapabileceklerine dair yeterli deneyime sahip olmuyor. Bunun sonucunda yardım etme işini o an orada bulunan başka kişilere bırakıyorlar.
Günlük yaşamımızın olağan akışında etrafımızdaki biri yardıma ihtiyaç duyduğunda ise genellikle yabancısı olduğumuz bir durumu deneyimlemeyiz. Örneğin hareket etmekte zorlanan, yaşça bizden büyük ya da rahatsızlığını hissettiğimiz birine oturması için yer vermemizdeki gibi... Acil yardım gerektiren durumlardan çok farklı, değil mi? Bu tür yardımlarda bulunmada seyirci konumunda kalmaz, etkili şekilde rol alırız.
Kendine Hizmet Eden Yanlılık
Sınavlardan yüksek not aldığınızda çok sevinir, bunu rahatlıkla paylaşır mısınız? Birçoğumuz bu soruya evet cevabı verecektir. Sınavdan kaç puan aldığımız sorulduğunda rahat bir şekilde örneğin “100 aldım.” diyebiliriz. Ancak sınavdan düşük not aldığımızda bunu ifade biçimimiz değişebilir. Örneğin aldığımız puanı “Notum düşük geldi.” diyerek o puanın bize verildiği, bir yerlerden geldiği imasıyla açıklayabiliriz. Böylece kendimizi o puanı alan kişi olarak tanımlamayı tercih etmeyebiliriz. Bunun sebebi ise kendimize olan saygımızı koruma ve sürdürme ihtiyacı. Farklı durumlarda da görülen “kendine hizmet eden yanlılık”, aslında bir tür kendini aldatma durumudur. Yani Başarıların bütün sonuçlarını, sorumluluklarını üstlenirken başarısızlık durumlarını bizim dışımızda gelişen faktörlerle açıklama eğilimi…
Bu eğilim ihtiyaçtan doğan ve herkesin başvurabileceği bir durumdur. Ancak bir sonraki “başarısızlık” anımızı kendimiz için bir geri bildirime dönüştürmeyi, bu duruma eleştirel gözle bakmayı deneyebiliriz.
Doğrulama Yanlılığı
Karşısında “Tam da tahmin ettiğim gibi…”, “İşte yine yanılmadım.”, “Hiç şaşırmadım.” gibi tepkiler verdiğimiz olay ve durumların varlığı, sezgilerimizin çok güçlü olduğunu mu gösteriyor? Bu durum mümkün olmakla beraber bazen söz konusu olaya ya da duruma bizi yanıltmayacak, beklentilerimize ters düşmeyecek şekilde baktığımızı, beklentilerimize ters düşen bazı unsurları görmezden geldiğimizi gösterebilir. Örneğin bizden hoşlanmadığından “emin olduğumuz” birinin yolda bizi görmemiş olabileceğini değil, görmezden geldiğini düşünebiliriz. Bu şekilde düşünürken o kişinin yürürken yere baktığını, o günlerde düşünecek çok şeyi olduğunu, önceki karşılaşmalarımızda selam verdiğini hesaba katmama eğilimindeyizdir.
Benimsediğimiz bazı düşünme biçimlerini, eğilim ve inanışları dayanakları olmasa da sürdürebiliyor, bunları işlevsiz, geçersiz ya da yersiz kılabilecek noktaları görmezden gelebiliyoruz. Bu durum “doğrulama yanlılığı”nın ön yargı ve etiketlerle birlikte çalıştığına işaret ediyor.
Görüldüğü üzere gündelik kararlarımız ve çıkarımlarımız söz konusu olduğunda dahi bilişsel sistemimiz, bir arada yaşadığımız insanlar ve geçmişimizden getirdiğimiz bilgilerden etkileniyor. Sık karşılaşılan bu üç düşünme biçimi de aslında birçok faktörün bir araya gelmesinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Basit gibi görünen akıl yürütmelerin temelinde kazanımlar, öğrenilenler, kişinin kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişkilenme biçimleri ve ön yargılar yer alıyor. Hayata bu farkındalıkla bakmak, çok daha ufuk açıcı değil mi?
Kaynaklar:
- Bibb Latané & John M. Darley, “Bystander ‘Apathy’”, AmericanScientist, 57/2,1969.
- Joshua Klayman, “Varieties of Confirmation Bias”, Psychology of Learning and Motivation, 1995.
- Prof. Dr. Sibel Karakaş Psikoloji Sözlüğü. “self-servingbias”. 2017
Yazar Hakkında:
Gülden Meriç Alaz
Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi